“DÜN”- DÜN KAPILARI

Geçmiş, anı yakalama çabalarında zamanın tüllerinden sıyrılıp duyularımıza konar, derinlerimize işlemiş sesleri, nesneleri, kokularıyla. Şimdinin penceresinde rengini belirtir ısrarla, kayıp olmadığını, kalbimizin göğündeki bulutları rüzgarıyla dolaştırarak fısıldar. Geleceğin belirsizliğinde kah gölgeler şimdiyi kah neşe dalgalarıyla coşturur yer yer daralan mekanı. Çünkü “geçmiş sırf başına gelenlerden ibaret değildir. Bazen sadece hayal ettiklerindir.” Georgi Gospodinov’un “Zaman Sığınağı” romanında dediği gibi. Hafıza, geçmiş büyüsü bazen de kabusunun bugüne yansımasında en önemli unsur. “Hafıza dijital değildir, eski bir film şeridi gibi döner ve yıpranır.” Ferzan Özpetek ne güzel söyler “Sen Benim Hayatımsın”da.

“Dün, bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar.

Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kararlı, hızlı adımlarla yürüyordum rüzgarda, her sabah olduğu gibi. Oysa, yatağıma geri dönmek istiyordum, hareketsiz, hiç kıpırdamadan, isteksiz ve hiç düşünmeden, ta ki o sesi olmayan, tadı olmayan, kokusu olmayan ‘şey’ bana yaklaşıncaya kadar. Yani belleğin sınırlarını aşıp gelen o uçucu anı bana dokununcaya kadar.”

Agota Kristof, “Büyük Defter-Kanıt-Üçüncü Yalan” üçlemesiyle bildiğimiz Macaristan asıllı yazar, “Dün”le ellerimizden tutup göç, yabancılık, geçmişin genlere işlemiş kaçınılmazlığı, kaçınılmak istenmeyen düşlerine götürüyor bizi, “bildik rüzgar” yüreğimizde de esiyor, Tobias’la yürüdükçe. Tobias, ya da yeni adıyla Sandor. Yaşama en dipte başlamıştır Tobias, annesi köyün fahişesi. Okula gitme şansı bulur, okulun öğretmeni, bir erkek, babası mı ki, destek olur ona. Dersleri iyidir, arkadaşı, öğretmenin kızı Line, en güzel düşleri. Kapısını kapattığı “Dün”, sızıntısını hiç kesmez, Line. Şimdide, kaçıp geldiği bu gelişmiş ülkede, “hep aynı makinede, belli bir parçaya delik aç”mak var, “aynı parçaya aynı deliği”, bazen “bir kadının ayağa kalkarak avazı çıktığı kadar ‘Artık dayanamıyorum!’ diye” bağırması. Arada hemşerilerle buluşmalar, hapisler, intiharlar var. On yıl yaşasan da o ülkede bir yabancı olmak. Yazar Tobias ya da Sandor, yazıları önemlidir onun için, gelecek için umut, şimdiden. “Şimdi var. Hep var. Hepsi birden var. Çünkü olaylar bende yaşıyor, zamanda değil. Ve bendeki her şey şimdiki zamanda.” Ve Yolande, sevgilisi ama değil, aslında evlenebileceklerini çünkü hiç konuşmadıklarını söyler Tobias.

Bir gün bir başka kapı. “Meğer bu kapı hep açıkmış, ben hiç bu kapıdan çıkmayı denememişim.” Line. Uzaktan takip eder onu, evini gözler, konuşurlar, hatırlamak, Tomris Uyar’ın “İpek ve Bakır” kitabındaki gibi: “Hatırlamak değil…başka bir şey. Unutmamak belki…” Aşk. Line’in belli bir düzeni, çocuğu, pencerelerden görülen mutsuzluğu, ama düzeni… Evlilik başkadır tabii. Aşk, yeniktir asırlanmış tecrübe tortularının karşısında, başkasını sevemeyeceğini, o kişiyi “bin kere daha” seveceğini bilse de, yan yana gelmek istemez onunla başkalarının da yer aldığı yaşam oyununda. Soy, meslek, itibar, nasıl evlenirsin birlikte yürümekten utanacağın biriyle? Geçmişimizin acı sızıntıları, “herkes gibi” olmanın hedef bilindiği bu dünyada, yaşam devam ediyorsa, akşam mısır patlatıp diğer kadınlarla çene çalmak da ikna olunabilecek bir hayattır, Osman Özarslan’ın “Hovarda Alemi” kitabındaki taşra yaşantısı dünyayı sarmamakta mıdır? “Dünyada yalnızca hasat, katlanılmaz bekleyiş ve ifade edilemez sessizlik var.” Tobias, annesi, babasızlığı, eğitim görmemiş bir işçi, yazsa bile sürekli. “Benim annemle babam namuslu, kültürlü, dürüst insanlar;düzgün bir aileyiz biz.” der Line. Aşk, aileye kadar, düzene kadar. Başka bir ülkede yaşanmamalıdır zaten, çocuklar, akrabaları olmadan nasıl yaşama tutunurlar? 

“Bergman Adası” filminin kareleri zihne düşüyor bu satırlarla. Mia Hansen-Love’ın 2021 yapımı filminde film içinde film diyebileceğimiz, imkansız bir Amy Joseph aşkı görüyoruz. İsveç’te Ingmar Bergman’ın bazı fimlerini çektiği ve yaşadığı adaya senaryo yazarı ve yönetmen bir çift gelir. Filmin bir bölümünde senaryo yazarı olan Chris’in yazdıklarından bir film parçası izleriz. Uzun yıllar birlikte olmuş ama ilişkilerini sürdürememiş Amy ve Joseph bu adada karşılaşırlar, tutuşur aşklarının sönmemiş kıvılcımı. Ancak istediğini alan Joseph uzaklaşır, çünkü bir düzeni vardır, bozulmaması gereken, tutturulmuştur bir kere, onları yeniden karşılaştıran zaman mekan dengesi önemsizdir. Birlikte o düzeni kuramadılarsa, geçmiştir artık, Amy yıkılsa da yeniden. 

Düşlerinin geçmişi elle tutulur olduğunda da kara sayfalı dün tutanakları yakasını bırakmayabilir insanın. Gelenek, başkaları özgürlük ve kendin olma, ailen, yetiştiğin koşullardan bağımsız, yalnızca kendin olma kapılarını kapatmak ister hep. D.H. Lawrence “Aşık Kadınlar” kitabında söyler bize: “Dünyanın en zor şeyi kişinin içinden geldiği gibi davranmasıdır.” Kabus, düşleri kasvet rüzgarıyla örter başkaları için sürdürülen varlığımızda ve susar kalem, “örnek” yaşamlarda çalmaz ki kalbin ezgisi.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir